02 05 2024

HOŞGELDİNİZ!!! ALEMLERİN RABBİ'ne TESLİM olmuş GERÇEK Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların birbirlerini oldukları gibi kabul ederek tanışmak, aradaki önyargıları yıkmak ve tarafsız bilgilenmek için bir araya geldikleri mekâna HOŞGELDİNİZ!!! Selâm Olsun Temizlere, Temizleyenlere, Temizlenenlere, Temiz Kalmak isteyenlere ve Temiz Bir Dünya için El-ele Gönül-gönüle Verenlere...

Kur'an'da Arama

http://tanzil.net/docs/_media/wiki/quran-karim.gif?cache=

Anket

Sizce, Farklı Dinlere Mensup Kişiler Biraraya Gelip ''Salih/iyi Ameller/işler Yapabilirler mi?
 

Kutsal Kitap Arama

Bildergebnis für kutsal kitap arama motoru

Hristiyan Dergi

Facebook Temiz Yaşam Grubu

Ähnliches Foto

Şalom Gazetesi

İstatistikler

Bugün160
Dün586
Toplam1279981

Kimler Çevrimiçi

Meal Dağıtımından Notlar ve Teşekkür PDF Yazdır E-Posta
Yazar : Kadir SADIÇ   
11 02 2010

 Başlığımızı ''notlar'' olarak attık alışmış olduğumuz üzere ama meal dağıtımımızla ilgili sadece bir notumuz olacak bugün. Çünkü daha ilk binada takılıp kalmış ve kendimi sıradışı sayılabilecek bir amcanın karşısında bulmuştum.

Binanın bütün katlarını dolaşıp aşağıya indim ve yan binaya yöneldim. Bu sırada arkamdan;
''kimse değilmiş, reklamcıymış... Sakkallı'' diye bir ses duydum.
Özellikle ''sakallı'' kısmı hoşuma gitmişti. Geri dönüp gülümseyerek
''yok amca, reklamcı değilim'' dedim.
Dairesinin penceresinden aşağıya doğru hafif sert bir edayla
''peki necisin'' diye sordu.

''Ben ücretsiz olarak kutsal kitapları dağıtıyorum'' diye cevapladım.
Bunun üzerine amca
''siz hala oralarda mısınız'' modunda
''ne faydası var o kitapların '' diye tekrar sordu.
Ben daha cevap vermeden
''para kazandırıyor mu, dünyalık ne faydası var'' gibi soruları peşpeşe sıraladı.

Ben de bu kitapların dünyalık ta faydaları olmakla birlikte, aslolan diğer dünyamız için hayat rehberi olduklarını belirttim. Amca ise benim tam da bu noktaya geleceğimi beklermiş gibi hemen karşılık verdi.
''Öteki dünyaya kim gidip gelmişki böyle diyorsun? Var mı gidip gelen?''

''Tabi var'' dedim yarı şaka yarı ciddi.

''Kimmiş onlar? Onlar bana da gelsin Lotto'daki sayıları söylesin de para kazanalım''

Matrak bir sohbet olacağa benziyordu. Amca zemin katla birinci kat arasındaki dairesinin penceresinde bense kaldırımda birbirimizi anlamaya çalışarak tipik iki Türk'ü canlandırıyorduk.

''Öbür dünyaya gidip gelenler'' olarak peygamber efendilerimizi ve kutsal metinlerde kıssaları anlatılan öldükten sonra dirilenleri kastetmiştim.

Bunu daha iyi ifade edebilmek için din dışı bir örnek vereyim dedim.

''Mesela Nostradamus diye bir kâhin duydunuz mu? Adam kendisinden yüzyıllarca sonra olacak olaylar hakkında kehanetlerde bulunmuş ve isabet etmiş. Sizce nasıl bilmiş olabilir bunları?'' diye sormuş, cümlemi henüz bitirmiştim ki amca içeri daldı. Birkaç saniye sonra geri döndüğünde elindeki kitabı bana göstererek;

''bu adamı mı diyorsun'' diye pişkin pişkin gülmeye başladı.

Elinde ''Nostradamus'un Kehanetleri''yle ilgili bir tutuyordu.

Gülmekte ben de ona eşlik ettim tabi. Ve ekledim:

''Ooo, amca boş değilmişsiniz siz de hani''

Konuşmalarımızın bu noktasında ortam biraz yumuşamış ve tekrar konumuza dönmüştük.

''Hangi kitapları dağıtıyorsun bakalım''

''Kur'an'ın türkçe ve almanca tercümelerini dağıtıyorum.
Amca tekrar içeriye kaybolup elinde iki kitapla geri döndü.

''Bende var zaten'' deyip biri sadece arapça diğeri tercümesiyle birlikte arapça olan Kur'an mushaflarını gösterdi.

Mushafları görünce konuşmamızın başlarında geçen diyalogtan doğan önyargılarım kayboluverdi. ''Öteki dünyaya gidip gelen var mı'' diye alaysı alaysı sorunca ister istemez inançsız bir amca izlenimi doğmuştu bende ne yazık ki.

Kitapları tekrar içeri götürdükten sonra bu kez söze ben girdim.

''Madem Kur'an'ınız var, okuyorsunuz, o zaman İncil ve Tevrat vereyim''

Kafası karışmış olacak ki
''Misyoner misin sen?'' diye sordu.

Ben de gülümseyerek

''evet, müslüman misyonerim'' dedim. Bu kez konuyu değiştirip

''sen nerelisin delikanlı'' diye sordu.

''Isparta'lıyım'' deyince

kafasını ilerden bize doğru yaklaşan komşusuna çevirerek

''işte şu komşumda Isparta'lı'' dedi. Hemşehrimiz hiç oralı olmayıp, amcaya selam vererek içeri girdi gerçi ama ben dert edinmedim. Belliki acelesi vardı, ya da hemşehrilerle arası pek iyi değildi.

 

Amcamız sohbetin tadına varamamış olacak ki;

''gel hele yukarı, üşümüşsündür, hem birer kahve içeriz, hem de konuşuruz'' diyerek evine davet etti. Gerçi daha yeni başlamıştım ve akşam olmak üzereydi ama dışarısı gerçekten soğuktu. Bir kahve hiç te fena olmazdı. Hem amca da ilginç birine benziyordu. Bu düşüncelerle

''iyi olur ama sizi rahatsız etmiş olmayayım'' diye karşılık verdim.

''Rahatsızlık olmaz'' deyip içeri girdi ve pencereleri kapattı.

Amca kapıyı açtığında, beklenmedik bir şekilde içeri giren Tanrı misafiri karşısında şaşırmış bir vaziyette mutfakta birşeylerle meşgul olan hanım teyze gözüme çarptı.

''Rahatsız etmiyorum, değil mi'' diye tekrar sormak zorunda hissettim kendimi.

Amca gayet keyifle beni içeri davet ederken ne içmek istediğimi de öğrenip hanımına iletti.

Oturma odasına girdiğimde amcanın neden kitap deyince beni lafa tuttuğunun ve beni davet ettiğinin sebebi bir miktar anlaşılmış oldu. Sağlı sollu raflar kitap doluydu. Sayı olarak aşırı fazla değildi ama çeşitlilik olarak çok fazlaydı. Gerek sohbetimiz boyunca amcanın önüme yığdıklarından gerekse fırsat bulup göz attıkça gördüklerimden anladım ki, amcanın okuma yelpazesi bağayı genişti. Bu yelpazenin bir ucunda üstad Necip Fazıl ve Emine Şenlikoğlu, diğer ucunda Turan Dursun ve Aziz Nesin bulunuyordu. Arada ise kimler yok ki? Sokrates, Eflatun, İbn-i Rüşd, Ömer Hayyam, Descartes, Martin Lings v.s. Ağırlığı felsefik ve tarihi kitaplar oluşturuyordu. Bu kitapların bir kısmı sohbet boyunca önüme getirildi. Geçen her konuyu, söylediği her cümleyi delillendirmekten büyük zevk alıyordu anlaşılan. Yani boş konuşmadığını ispat etmiş oluyordu.

 

Gerçekten de boş biri değildi İzmir'li Erdinç amca. 73 yaşında olmasına rağmen hâlâ canlı ve zinde. Kendisi tam bir kitap kurdu ama tahsil olarak ilkokul iki terk. Yani ilkokul diploması bile yokmuş. Bunu duyunca hayretimi gizleyemedim. Bunun nasıl mümkün olduğunu sorduğumda şu anısını anlattı:

Almanya'ya ilk geldiği günlerde bir alman barında bir almanla biralarını yudumlarlarken amcanın İzmir'li olduğunu öğrenen alman bir soru sormuş. ''Efes ne alemde'' demiş. Amca da, o zamanlar henüz inşaat halinde olan Efes Oteli'ni soruyor sanmış ve ''iyi iyi'' demiş. ''İnşaatı bitmek üzere, çok büyük bir otel'' diye de eklemiş. Adam bu cevap karşısında kızmış ve ''hadi ordan git, senin kendi dünyandan bile haberin yok'' deyip yanından gitmiş. Almancası iyi olmadığından ''acaba kötü birşey mi söyledim'' diye merakta kalmış. Ertesi gün kendisi öğrenci olan bir Türk gencini götürüp, dün ne olupta o kadar kızdığını öğrenmesini istemiş. Adam da durumu anlatıp, kendisinin tarihi Efes harabelerini kastettiğini ama onun Efes Oteli'ni anladığını belirtmiş. Amcamız durumu anlamış ama Efes harabelerinin ne ve nerede olduğunu yine anlayamamış. Çünkü Efes Antik tiyatrosu hakkında hiçbir bilgisi yokmuş. Bu olay onu kamçılamış ve azmini artırmış. Özellikle Anadolu tarihiyle ilgli kitapları taramış. Heredot'la ve tarihi kitapları okurken mitlerle yani efsanelerle tanışmış. Eski Türk, Uygur, Anadolu ve Yunan mitleri derken, bu efsanelerin kutsal kitaplardaki kıssalara benzerliği dikkatini çekmiş. İşte bu noktada sanırım bazı tarih ve ilim adamının sahip olduğu saplantıya takılmış. Halk efsanelerinin kutsal kitaplardan bozma değil, kutsal kitaplardaki hikayelerin halk efsanelerinden araklandığını düşünmeye başlamış. Bu düşüncesini sağlam bir zemine oturtabilmek için dini araştırmalara girmiş. Hem dini kaynakları hem de din karşıtı yazıları okumuş. Öyle görünüyor ki, bütün bu harmanlama amcanın kafasını daha da karıştırmış. Bu durumu zaten kendisi de itiraf etti zaman zaman. Arada bir tekrar ettiği ''keşke önceki cahilliğimde kalsaydım'' sözünü çok manidar buldum. Sanki bu sözüyle inancının sarsıldığını ve bu durumdan memnun olmadığını itiraf ediyor gibiydi. Ama diğer yandan inancından da tamamen kopmadığı açıkça ortadaydı.

Sohbetimiz boyunca dini yanlış anlayan ve çıkarları için kullanan dinci, yobaz, kafaları örümceklenmiş gericilere (!) laf atıp durdu. Derdi onlarlaydı. Bu hale dert değil kin demek daha doğru belki. Çünkü onlardan biri sözkonusu olduğunda küfretmemek için kendini zor tutuyordu. Amcanın bir kaşık suda boğmak istediği o yobazlar grubuna ben de giriyordum belki ama işte neskafelerimizi yudumlarken güzelce sohbet ediyor ve birbirimizi anlayabiliyorduk. Bahsettiği kesimi en sert cümlelerle eleştirirken sık sık onları savunmak zorunda kalsam da birçok konuda hak veriyordum. Çünkü bu gerçekler acı olsa da bizim gerçeklerimizdi. Okumama, ruhsuz ibadet etme, ahlaki zaaflar bunlardan birkaçıdır mesela. Bunlara eyvallah. Ama amcamız bir de islami gerçekleri kabullenemiyordu. İçki ve domuz yasağı, başörtüsü emri, çok evlilik izni gibi. Bunların bir kısmı amcaya göre, Peygamber efendimiz tarafından o zamanın gereği olarak Kur'an'a yazılmıştı. İçki ve domuz eti haramlığına dair öyle iki hikaye anlattı ki, ben ilk kez duydum. Onca kitap okuduğu halde bu konuda sahih bilgiye ulaşamamasına şaştım doğrusu.

 

Hikayeler şöyle:

Arabistan sıcağında domuzlar avlanıp yendikten sonra bulaşık ellerle saçını-başını kaşıyan çocukların başında bitler ve diğer parazitler meydana gelmeye başlamış. Ardından da hastalıklar oluyormuş. Bu durumu görüp bir önlem almak isteyen Peygamberimiz domuz etini yasak etmiş.

 

Başka bir gün Peygamberimiz devesiyle çölde giderken bir grup sahabeye rastlamış. Oturmuşlar, yeyip içip eğleniyorlarmış. Peygamberimiz selam verip kısa bir sohbetten sonra ordan ayrılmış. Geri dönerken tekrar o noktaya geldiğinde bir bakmış ki meydan kan gölüne dönmüş. Henüz şarap yasaklanmadığından herkes içip sarhoş olmuş, birbirleriyla şakalaşırken, şaka sataşmaya, sataşma da kavgaya dönüşmüş. Hepsi çekmiş kılıcını ve öldüren öldürene... Bunu gören Peygamberimiz

o günden sonra içki içilmesini tamamen yasaklamış.

 

Tabi ki bu hikayeler hem ilmilikten hem de aklilikten uzak ama Erdinç amcaya bunu anlatmak kolay değil. Nasıl kolay olsun ki, kendisi tam bir Ömer Hayyam hayranı. Şu mısraları söylerken yine bizim yobaz(!) kardeşlerimize gönderme yapmadan edemiyordu:


Oturmuş sofular gölge altına

Salkım salkım üzüm yerler,

Ben suyunu içtiğim için

Bana külli kâfir derler.

 

''En büyük Türk'' dediği Atatürk posterleri altında 2 saatten fazla sohbet ettik. Bir ara Nutuk'u okumadığımı söylediğimde ''sen türk değilsin o zaman'' diye sitem etti. Ben de ''doğru, ben almanım zaten'' diye ironi yaptım. ''Gericiler Atatürk'ü sevmez'' deyince yine açıklama yapmak durumunda kaldım. Ama en hassas konularda bile seviyeyi korumayı ve anlaşmayı başardık.

Kendi dindarımıza olan güveni öylesine sarsılmış ki Erdinç amcanın, onların yazdığı Siyer kitaplarına bile güvenmiyordu. Elindeki Martin Lings (Ebubekr Siraceddin)'e ait ''Muhammed'' adlı kitabı gösterirken ona yabancı, yani sonradan müslüman olduğu için inandığını söylüyordu.

 

Anlaşılan gerek sahip olduğu siyasi görüş, gerekse çevresindeki olumsuz şahsiyetler inancının şekillenmesinde etkili olmuştu. Okuyarak ve araştırarak kendisinin uyandığını ama bu uyanmadan da pek memnun olmadığını Atilla İlhan'ın şu sözüyle dile getirdi birkaç kez:

''Uyandırma beni, başımın üstünde taşırım seni.

Uyandırırsan beni, elimde taşla beklerim seni.''

 

Herşeye rağmen kalbinin derinliklerinde iman kıvılcımları çakıyordu amcanın. Yaptığı ''gerçek müslüman''- ''sahte müslüman'' kıyaslamasında M.Akif Ersoy'u örnek verdi. İstiklal Marşı'nın kabulünde kendisine verilen büyük para ödülünü kabul etmeyip bu paranın kimsesizlere dağıtılmasını istediğini anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Bize duygulu anlar yaşattı.

 

Kıssadan hisse; demekki bir dindarın örnekliği çok şey ifade ediyor. Bu örnekliğin olumlu veya olumsuz olması ise karşımızdakinin dine ısınmasına veya dinden soğumasına sebep olabiliyor.

 

Vakit epey ilerlemiş olduğundan müsaade isteyip kalktım. Ben kendi adıma çok istifade ettim ve memnun oldum. Amcanın memnuniyeti de her halinden belli oluyordu. Tekrar gelmemi istemesi de buna işaretti. Tekrar gideceğime dair söz verip ayrıldım.

 

Sponsorlarımıza Teşekkür

 

Bu noktada, meal dağıtımımız için bize az veya çok maddi desteklerini esirgemeyen hayır sahiplerini anmak ve teşekkürlerimizi iletmek istiyorum. Allah kendilerinden razı olsun ve yardımlarını bereketlendirsin.

 

Ahmet Dedeoğlu

A. Dizman

A. Uluköksal

Ekrem Kaya

Emin Can

Fahri Kaya

Halil Aslan

Muhammed Yalçınkaya

Murat Er

Mustafa Karasavul

Mustafa Şahin

Recep Koçulu

Rüştü Kam

Yasemin Uçarkuş

Comments (0)Add Comment

Yazan Kisi
quote
bold
italicize
underline
strike
url
image
quote
quote
smile
wink
laugh
grin
angry
sad
shocked
cool
tongue
kiss
cry
smaller | bigger

busy
 
Sonraki >
Temiz Yasam
Sign up today!